ÇAĞ VE BAŞBUĞ

ÇAĞ VE BAŞBUĞ

Türk tarihinde Başbuğlar müstesna ve mümtaz bir yere sahiptirler. Milli felaketlerden kurtuluşumuzda ya da milli felaketlere gidişimizi önlemede Başbuğlar en müessir amildirler.

Türk Milletinin tarihi biraz da Türk Başbuğlarının tarihi gibidir. Askeri, siyasi ve idari konularda istikamet belirleyici şahsiyetlerdir. Tarihi, sosyal fonksiyonları da milli bünyemiz bakımından çok mühimdir.

Türk milletinin maddi ve manevi kültür unsurlarını çok iyi değerlendirerek O’nun ruhuna, kalbine ve beynine hitap edebilmeleri sayesinde hitap ettikleri bu mevkilerde ölümsüzleşirler. Türk milletinin kara günlerinde istiklalle ölüm tercihi arasında; en güvenilen şahıs ve kuruluşların bile esarete meylettikleri zamanlarda Türk milletinin ruh, iman ve kültür dinamiklerini çok iyi bilen ve değerlendiren bir Türk Başbuğu bayrağı kapmış ve zafere erişmemizi temin etmiştir.

Türk devletinin idari, askeri, mali bakımdan zirvede olduğu dönemler Başbuğlar dönemidir. Sosyal bakımdan ise tam bir milli birlik ve beraberliğin temini göze çarpar. Devlet gücünün, millet ise müreffeh hayatın zirvesindedir. Mete Han’dan Alparslan Türkeş’e, Başbuğların zamanları hususidir ve hassastır. Son iki Türk Başbuğ’u yani Mustafa Kemal ve Alparslan Türkeş çağları içinde müteala edilirlerse daha farklı bir konumdadırlar. Türk Milletinin içinde bulunduğu durum, kültürümüzün aldığı yaralar, sosyal yapımızın karmaşası, milli ekonominin fertler üzerindeki tahribatı, Türk devletinin diğer devletlerle tesir bakımından mukayesesi, düşman devletlerin mali ve teknik üstünlüğü aynı zamanda propaganda gücü ve Türk devlet adamlarının milletle tenakuzu, çağımızın başbuğlarının vazife ve mesuliyetlerini kat kat arttırmış ve güçleştirmiştir. Buna rağmen M. Kemal yedi düveli dize getirerek milli istiklalimizi kazanmıştır.

M. Kemal’den sonra Türkiye’yi idare edenler memleketi karanlık uçurumlara doğru sürüklemeye başladılar.

Türk devleti ve Türk Milleti defalarca paramparça ettiği esaret zincirlerine yeniden mahkum edilmek senaryolarının muhatabı oldu. Ama bu oyun, daha evvelkilerden çok farklı ve çok tehlikeli idi. Körpe beyinler, minicik yürekler zerre zerre zerkedilen zehirlerin farkına bile varmadan öldürülüyor, kurutuluyor, dimağlar ve gönüller tutsak edilip kızıl hançerlerin darbeleriyle solduruluyordu. Ancak yeni bir mücadele, yeni bir usul yeni bir ruh ile milli hayatiyetimiz devam edebilecekti. Kalplere ve beyinlere yapılan hücumların tesirsiz kalması da aynı metodla mümkün olabilecekti. Fakat devlet adamlarımız bu soğuk harpte mağlubiyeti peşinen kabul etmiş görünüyor, hatta beyinlerin ve gönüllerin esaretine yardımcı bile oluyorlardı. Bu kötü duruma dur diyebilecek, çağın yeni bir Kürşad’ı, yeni Mete’si, yeni Bilge Kağan’ı gerekliydi. Yoksa Türk’ün nesli kuruyacak, yeni filizleri kızıl oraklar biçecekti.

Bizim nesil kızıl orak ve tırpanların biçmek için bütün güçlerini seferber ettiği hedef nesildi. Soğuk harbin en acımasız bombardımanı altında yalnız, çaresiz, ve her türlü taarruza açık bir nesildir. İşte, Merhum Başbuğ’un hususiyeti ve ehemmiyeti bu noktada bariz olarak kendini belli ediyor. Türklüğün varoluş veya yokoluş mücadelesinin bayraktarı oluşu, gerçek bir başbuğ olduğunun da delilidir. Çünkü birkaç düşünen beyin ve hassas vicdandan başka hiç kimse ülkenin ve milletin bu vahim durumunun şuurunda değildi. Bazıları ise mağlubiyeti peşinen kabullenmenin rehavetini yaşıyordu. Fakat ortada acı bir gerçek verdi : Türklüğün bağımsız tek kalesi Türkiye’de, nesiller mahvolacaktı. Türklük ve Türkiye yok olacaktı. Türk dünyasının umudu sönecekti.

Tıpkı I. Cihan Harbi sonrasındaki Türkiye gibi cihanın bütün emperyalist ve süper güçleri Türklüğü yok etme emelinde birleşmişler ve en sinsi planları uygulama alanına koymuşlardı.

Bir taarruza uğramış ülke olarak idari, mali, askeri ve kültür sahalarında olağanüstü tedbirli ve güçlü olmak zorundaydık. Çünkü ilim ve medeniyet bakımından ezici bir üstünlüğe sahip kapitalizmi ve komünizm, bütçeleri kadar mali destekle teknik ve beyin yıkama metotlarının en müessirini ülkemizde tatbik ediyorlardı. Kara propaganda, büyük ekonomik güçle birleşiyor, kiralık kalemler ülkemiz insanının düşünmesine bile fırsat vermemek için müthiş bir gayret gösteriyorlardı : aklar kara, devler pire, düşmanlar dost, suçlular masum ilan ediliveriyordu. Türk milleti fakru zaruret içinde harap ve bitap düşmüştü. “Memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhid etmiş”lerdi. O günlerin Türkiye’sinde akli olarak düşünüldüğü zaman Türk Milleti ve Türk devletini savunmak pek de akıllıca bir iş değildi. Çünkü dış güçlerin taarruzuna, maddi gücüne teknik üstünlüğüne, basın yayındaki tesirlerine, müthiş propaganda faaliyetlerine, içteki işbirlikçi ve korkakların ihanetlerine karşı koyabilmek “mangal gibi yürek” isterdi. Buna, Bir Başbuğ’dan başkasının karşı koyabilmesi ve zafere ulaşması mümkün değildi.

Biraz daha izah edersek;

  1. Dünyanın Süper güçlerinden Rusya’nın tarihi emeli olan Anadolu’yu çiğneyerek Akdeniz’e inme politikasının karşısında olmak gerekiyordu.
  2. Dünyanın bir numaralı gücü Amerika’nın Ortadoğu’yu rahatça yönetme ve sömürge emeline engel olmak gerekiyordu.
  3. Almanya’nın Ortadoğu siyaseti ve menfaatinin önüne set olmak icap ediyordu.
  4. Esir Türk illerinin umudu olan Türkiye’nin güçlenmesini temin ederek yeni bir uyanışın, yeni bir cihan hakimiyetinin, dünya adaletinin tesisinin filizlenmesine sebep olmak; dolayısıyla kara ve kızıl emperyalizmin köküne kibrit suyu dökmek gerekiyordu.

Yani bu çağda Türk Başbuğ’u olmak karşınıza bütün dünyanın bütün gücünü almaktı. Bu iş zordu, tehlikeydi ve normal insanlara göre imkansızdı. Allah’ın lütfü olarak, 20. Asrın ikinci yarısında Türklük semalarında kapkara bulutlar dolaşırken yeni bir başbuğun gür sesi Cihanı sarstı.

“Emanet olan davayı kucakladım,
Hiç arkama bakmadan yürüyorum…”

Ülkücü hareketin filizlenmesi ve Başbuğ’un önderliğinde dünya siyasetini yönlendirmesi çağımızın en mühim olaylarından birisidir. Rahmetli Başbuğ, fikir savaşına en güçlü fikirle mukabele etmiş ve Türklüğün yeniden uyanışını, kendine dönüşünü ve gerçek şahsiyetini idrak etmesini sağlamıştır. Buna bağlı olarak bütün dünyanın Akdeniz’i komünist tahakküme girmiş olarak kabul ettiği bir sırada Akdeniz’in Türk hakimiyetinde kalmasını temin etmiştir. Türk Milletinin, özellikle Türk gençliğinin kültür emperyalizminin şiddetli etkisi altında şahsiyetini kaybederek aşağılık kompleksi içinde başka milletlerin hayranı ve kölesi olmasını engellemiştir. Türk kültürünün ve Türk tarihinin derinliğini ve yüceliğini nesillerin beynine ve gönlüne nakşederek, gurur ve şuur içinde bir neslin doğmasına vesile olmuştur. Ülkücü harekete kadronun ehemmiyetini anlatarak Türk Devletinin emin ellerde kalmasını sağlamıştır.

Sonuç olarak; hem iç düşmanlara, hem de zamanın süper devletlerine karşı dış siyasette muzaffer olmuştur. Fakat, bir kara Eylülün, bir kara suratı, bir kara kapitalizmin bir kara temsilcisi, efendilerinin emirleri istikametinde hem Başbuğumdan intikam almak, hem de şahsi kaprislerini tatmin için giriştiği bir hareket sonucunda çağın muzafferi Alparslan Türkeş’i mahkum etmek istemiş, ama tarih önünde bütün güç ve dış desteğine rağmen baş eğmek zorunda kalmıştır.

Artık herkes itiraf ediyor ki; rahmetli Başbuğ çağa damgasını vurmuştur. Türkiye’mizde insanımızın hasretini çektiği aydın tipinin doğmasına vesile olarak, Türkiye’nin ve Türk Dünyasının uyanışını gerçekleştirmiş, bu gerçek aydınlar, Türk Dünyasını tenvir etmişlerdir.

Türk Milliyetçiliği fikir sistemi, Komünizmin vahşi suratını ortaya koymuş, Rusya Ülkücü Hareket Sayesinde Sıcak Denizlere inememiş, Komünizm çökmüş, Rusya dağılmış ve Türk Dünyası esaretten kurtularak hürriyete erişmiştir.

Başbuğumun “Emanet dava”sı “TURAN” hayal olmaktan çıkıp, ufukta belirmiştir. Çağ Başbuğumun mührüyle TÜRK ÇAĞI olmuştur. Yarın daha belirgin, yarın daha güzel, Yarın daha iyi olacaktır.

Ruhun Şad, mekanın cennet olsun Başbuğum.

ASİYE DUMAN

Güncelleme Tarihi: 26 Nisan 2024, 11:18
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER