Komutan, komutan olarak doğar, komutan yetişmez

Sizleri bir gezintiye davet ediyorum...

Komutan, komutan olarak doğar, komutan yetişmez

KOMUTAN, KOMUTAN OLARAK DOĞAR, KOMUTAN YETİŞMEZ.

Sizleri bir gezintiye davet ediyorum. Hep beraber GE­LİBOLU YARIMADASI’nda dolaşacak, orada başlayıp biten muharebelerin şanlı kahramanları arasına karışa­cağız.

Tarih: 9 Ağustos 1915...

Şu anda CONKBAYIRI’ndaki 8 nci Tümen Karargâhı'nda bulunduğumuzu farz edelim.

Tümen Komutanı, cereyan eden muharebeler hakkında bize, harita üzerinden ve hemen önümüzde uzanan fundalıklı bir arazide, kıt’aların hareketlerini işaret ederek gösteriyor ve bilgi veriyor. Bu anda dün akşamdan beri Türk mevzileri üzerinde başlayan düşmanın çok kesif ha­va faaliyetleri devam etmektedir. 8 nci Tümen Komutanı Yarbay Nuri Bey (CONKER) vakûr ve kendisinden emin bir ifade ile bizlere, Ağustos güneşinin yaktığı ve binlerce çelik yağmurunun altında günlerden beri inleyen sırtlara, vadilere ve yamaçlara doğru bakarak diyor ki;

«Düşmanla sıkı temasta olan kıt’alarımız, cesetlerle dolu şu tepelerin etrafında gece ve gündüz devam eden ateş, bomba ve süngü muharebeleriyle fazla zayiat veri­yorlar. Düşman mütemadiyen takviye alıyor ve ağır silâh­ları bize göz açtırmıyor. Biz bu ateş baskısı altında tah­kimat yapmakta bile müşkilât çekiyoruz. Elimizde taze kuvvet olarak, dün öğleden sonra gelen ve bir taburu he­men cepheye sürülmüş bulunan iki taburlu 23 ncü Alayı­mız var. Bu Alayın diğer taburu şu sırtların gerisinde, SUYATAĞI denilen mevkide ihtiyat olarak bulunmaktadr.»

Biz Tümen Kumandanının bu izahatı karşısında, toprak siperlerin içinde, düşmanın cehennemi ateş ve istilâ hırsına set çeken kahramanları daha yakından görmek arzusu ile yanarken, Tümen Emir Subayı Anafartalar gu­rubu Kumandanı Albay Mustafa Kemâl Bey’in 8 nci Tümen Karargâhına gelmek üzere ÇAMLI TEKKE'den ha­reket ettiğini bildiriyor.

Bu haberle hepimiz birden elektriklenmiş gibiyiz. Çünkü, gelen adam, Türk Milletinin kara talihini ilk önce Ça­nakkale’de değiştiren Adamdır. Çok yakınımıza düşen mer­milerin bize muharebe meydanında şehit veya gazi olmak gibi bir alın yazısını tecelli ettireceğini zevkle beklediğimiz bir anda, Tümen Kumandanının tesirli sesi bizi hülyaları­mızdan uzaklaştırıyor.

«Haydi arkadaşlar; Kumandanı karşılıyalım!» ve de­vamla ;

«Şu mestûr yerden ilerleyeceğiz. Beni takip ediniz.» diyor. 

Tümen Kumandanı önde, biz arkada bir irtibat hen­değinden ilerliyoruz. Biraz sonra hemen önümüzde açılan küçük bir düzlükte Anafartalar gurubu Kumandanı ile karşılaşıyoruz...

Böyle bir savaş anında, her an bir düşman mermisine hedef olmak, en ufak bir yanlış hareketin hayata mal ola­cağım düşünmek, Anafartalar gurubu Kumandanını kar­şılamaya çıktığımız zaman hiç kimsenin hatırından bile geçmemişti... Çünkü Albay Mustafa Kemâl Bey’in bu ce­hennemi sahalarda, ölüme daima meydan okuduğu ve ölü­mü yendiği biliniyordu. O sanki, Tarihlerin devirler açtığı bu topraklar üzerinde, yükselen mitolojik bir ilâh gibiydi.

Şu anda karşımızda, zayıf, orta boydan daha uzunca, gözlerinde gök renginin en berrak ve en şeffaf parıltıları olduğu halde; mütebessim çehresinin taşıdığı huzür ve sükûnda; istikbâli apaşikâr olduğumuz yenilmez bir insan vardı.

KİREÇ TEPE’de (ÇANAKKALE) mermilerden yapılmış bir Anıt. Büyüklüğüne söz bulunmayan Kahramanlık levhası... ANAFARTALAR Grup K. Albay Mustafa Kemâl Bey.

Harp Meydanlarında, muhariplerin ruhuna sinen ve tesirleri çabuk görülen, üç korkunç hal vardır. Bunlar, yorgunluk, zaaf ve kararsızlıktır. Fakat bunlardan hiç birisi, Anafartalar Kumandanının bir an için olsun, zekâ, irade ve çok üstün basiretine bir gölge düşürememişti ve düşüremiyecekti.

8 nci Tümen Kumandanının hal ve hatırını sorduktan sonra, bize doğru iki adım daha yaklaşarak;

«Sîzler de bizimle beraber döğüşen muhariplersiniz. Ça­nakkale muharebe sahalarına hoş geldiniz.» dedi ve hep beraber aynı yoldan tekrar Tümen Karargâhına döndük. O, burada Tümen Kumandanından üç günden beri devam eden muharebeler hakkında izahat aldı...

Dikkat ediyoruz... Kendilerine söylenilen, haritada ve arazide gösterilen şeyler; bu çelik irade sahibi insan için hiçte bir meçhul değildir.

Tümen Kumandanı izahatını bitirdi. Şimdi karar Ana­fartalar Kumandanınındı. O, kesin bir ifade ile, dediki;

«EVET EFENDİM... HAKKINIZ VAR... FAKAT BEN MUVAFFAKİYETİ; ÇOK KUVVETE MALİK OL­MAKTAN ZİYADE; ELLERİMİZDE BULUNAN KUV­VETE AZİM VE ŞİDDET VERMEKTE VE ONLARI BE­NİM TASAVVUR ETTİĞİM GİBİ KULLANABİLMEKTE GÖRÜYORUM. GEÇİRİLECEK ZAMAN, BİZDEN ZİYA­DE DÜŞMANA FAYDALI OLACAKTIR. ONUN İÇİN BÜTÜN BU MÜTALÂALARA RAĞMEN, KATİ SURET­TE YARIN SABAH TAARRUZ EDECEĞİM.»

Tarih 10 Ağustos 1915... Taarruz için gerekli tertibat geceden alınmıştır. Saat şimdi dördü yirmi geçiyor. Şark ufkunun üstünde fecrin ilk izleri henüz ağarmaya başla­mıştır.

Anafartalar gurubu kumandanı ve maiyeti ile 8 nci Tü­men Karargâhı Hey’eti ve bizler, ortalık daha aydınlan­madan evvel CONK TEPE’de düşmana çok yakın ve harap bir topçu gözetleme yerine gelmiş bulunuyorduk..

Düşmandan ancak 40 : 50 metre uzakta olan kıt’alarımız son hazırlıklarını bitirmek üzere idiler. Bu esnada Albay Mustafa Kemâl Bey bizden ayrıldı ve kıt’aların ya­nına gitti .Onlara ancak bizim duyabileceğimiz bir sesle;

«ASKERLER» dedi «DÜŞMAN KAÇMAĞA HAZIR­LANIYOR, FAKAT BİZ KAÇMASINA MÜSAADE ET­MEYECEĞİZ.»

Bu kısa hitabe ile gözlerde yeniden şimşeklenen ba­kışlar eldeki süngülere dikildi... Hücum saat 04,30 da CONK TEPE'sinin Güneyindeki hâkim bir boyun noktasın­dan yukarıya kaldırılacak olan bir kırbaç işaretiyle baş­layacaktı.

Beklenilen an gelmişti. Hücum Kıt’aları havaya kal­kan kırbaç’ı gördüler. Bir anda süngüler ileri fırladı ve tâ uzaklara kadar hep aynı şiddetle yayılan «ALLÂH, AL­LAH» sedaları ile koşan kahramanlar, düşman siperlerine bir çığ ağırlığı ile yüklendiler.

Bu ilk hatlardaki mücadele çok kısa sürdü... Şimdi Türk hücum dalgaları sür’atle yamaçlardan aşağılara doğ­ru akıyordu.

Her geçtiği yerde rastladığı mukavemeti silip, süpü­ren bu savlet karşısında, heyecanımızı zaptetmemize im­kân yoktu. Düşmanın kuvvetli tahkimat içinde bulunan ilk hattaki Taburları, Türk süngüleri altında eridiler. Kıt’alarımız ŞAHİN TEPE’nin hemen önündeki boyun nokta­sına vardı, fakat buradan daha ileriye doğru düşmanın şid­detli ateşleri altında ilerlemek mümkün olmadı.

Buna rağmen, 23 ncü Alayın 1 nci Taburu ve 24 ncü Alayın sağ kanadındaki kıt’aları, CONK TEPE’sinin Ku­zey Batısındaki dik yamacın iki tarafından sür’atle AĞIL istikametine doğru aktılar.

Burada General BOLDVİN Tugayının kıt’alariyle, Ya­rım Ada’da bugüne kadar cereyan eden süngü muharebelerinin en şiddetlisi başladı. Neticede General BOLDVİN ve Kurmay Başkanı maktûl düştüler.

29 ucu Tugay Kumandanı General KOOPER de ağır yaralanmış, Karargâh Subaylarının hemen hepsi ölmüş ve yaralanmıştı...

Bu muharebede Türk Kıt'alarının arasında da derin boşluklar hasıl olmuştu. Yanıbaşımızdaki 8 nci Tümen Ku­mandanı Yarbay Nuri Bey (CONKER) yaralanmış, 23 ncü Alay Kumandanı Yarbay Recai Bey ile 14 üncü Alay Ku­mandanı Binbaşı İsmail Hakkı Bey ve taarruzu yapan Tabur ve Bölük Kumandanlarının hemen hepsi şehit düş­müşlerdi.

Bugünkü harekâtın sonunda, ÇAMLIK PINAR Batı­sına kadar olan sırtlar elimize geçmiş bulunuyordu.

Albay Mustafa Kemâl Bey’in muhabereyi idare ettiği gözetleme yeri, akşama kadar şiddetli bir ateş altında kalmıştı. Şarapnallerin CONK TEPE üzerinde gruplan­dığı bir anda, bir misket parçası da, onun göğsünün sağ  tarafına isabet etti ve ceketinin üstünde bir delik açtı.

Emir Subayı Üsteğmen Sami, heyecanla «Efendim vuruldunuz» dedi... Anafartalar gurubu Kumandanı, bu hitap karşısında, eliyle emir Subayının ağzım kapadı. Ve «SUS» dedi... Yalnız emir Subayının duyabileceği bu tek heceli kelime ile Kumandan, zafere ulaştırdığı Kıt’alarına yaralandığını duyurmak istememişti...

Biraz sonra cebindeki saatin onu kurtardığı anlaşıldı. Zira misket parçası saati parçalamıştı. Bu saat daha sonra, Çanakkale kahramanını ve dolayısiyle bir milletin haya­tını kurtardığı için, Ordu Kumandanı General (LİMAN- VON SANDERS) tarafından kıymetli bir hâtıra olarak alınmıştır.

Akşam güneşi, bu ateş ve ölüm dolu yerden ağır, ağır İMROZ ADASI’nın ufukta bir gölge gibi yükselen dağları arkasına doğru kayarken, sabahın çok erken saatlerinden beri durup dinlenmeden ateş püsküren ve sanki bütün ta­biatı yıkmak için sarsan silâhlar bile artık yorulmuş gö­rünüyorlardı.

Türk Kıt’aları hattı balânın 500 : 800 metre ilerisin­deki ön yamaçları tahkim etmeğe başladılar. Gün böyleee bitmiş, ortalık kararmış ve muharebe sahasına hüzünlü bir sessizlik çökmüştü.

Bugünkü muharebede, Anafartalar Kahramanı Albay Mustafa Kemâl Bey bir defa daha ve kesin olarak ÇANAKKALE’yi kurtarmış, Avrupa ve dolayısiyle Cihan Tarihinin gidişini değiştirmişti.

Taarruz edilecek yerde, taarruza karar vermek, neti­ceye en kısa yoldan sür’atle ve cesaretle ulaşmak için, ölümü göze almak ve aldırtmak, Komutanlık san’atıdır. Bu san’at; sonradan elde edilmez. Fakat o, fıtrat’ın mevcut kıldığı komutanlık vasıflarının zamanla tekâmül ve inkişafiyle daha büyük bir değer kazanır ve gerçek komutan­ların faniliğini siler.

Ünlü Alman Komutanı, Mareşal HELMUT MOLTEKE; «KOMUTAN, KOMUTAN OLARAK DOĞAR, KO­MUTAN YETİŞMEZ» der.

ANAFARTALAR’da, Ana Yurdun bağrına göklerden bir ikbâl yıldızı gibi inen büyük Kumandan Albay Mustafa Kemâl Bey, MOLTEKE’nin işaret ettiği, KUMANDANLIK VASFI’na doğuştan sahip olmuş ve onu, TANRI’nın ken­dine verdiği vazifelerdeki üstün başarıları ile tekâmül et­tirerek bir MİLLET KURTARICI’sı hüviyeti ile tarihe geçmiştir.

Böylece O, Milletin hayatında muhal olan şeyi, müm­kün kılan bir mucize Adamıdır ki, O’nun alın yazısında ölümsüzlük vardır.

Sadri KARAKOYUNLU

TARİH DÜNYAMIZDAN BAZI GERÇEKLER, Shf: 34-40

Güncelleme Tarihi: 18 Mart 2023, 02:03
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER